8 Ağustos 2011 Pazartesi

Tecrübe Farkı

    İletişim kurmak için bir vasıta (dil) kullandığımızı söyleyerek işe başlamalıyız. Zira aksi mümkün değildir. Sözlü dil, yazılı dil yahut işaret dili... Ama muhakkak bir dil. İlk cümlede yalnızca bir öge olan vasıta kelimesinin altını çizmek lazım. Dil, anlaşmanın kendisi değil vasıtasıdır, kelimeler düşünce ve duygulara giydirilmiş birer kılıftır. İşte burası önemlidir. Daha evvelki yazıda belirttiğimiz ilke, bir ân iki kez yaşanmaz ilkesi, insanların birbirlerini anlayabilme imkanını muazzam derecede kısıtlamaktadır. Açıklamaya çalışalım: Anlamlı olmak kaydı ile en küçük yapı olan "kelime", biz insanlar için çok önemlidir. Hepimiz, bildiğimiz her bir kelime ile ilgili en az bir yaşantıya, tecrübeye sahibiz. Söz konusu bu tecrübe, kesin olarak başkalarının tecrübelerinden (aynı kelime ile alakalı tecrübelerinden) farklıdır. Tekrar etmek gerekirse ki gerekir : Bir ân iki kez yaşanmaz.
    Kelimeyi öğrendiğiniz bağlam: annenizin gözlerinize o anki bakışı, kırlangıçların o anki kanat çırpışları, bulutların   gökyüzüne dağılışı vs. hepsi o an için ve bir kereliğine o haldedir. Ve bahsi geçen etkenler muhakkak ama muhakkak kelimeye dair algınızı, hislerinizi, düşüncelerinizi etkiler.
     Saydığımız sebeplerden dolayı aynı kelimenin farklı insanlarda farklı etkiler bırakması kaçınılmazdır. Hâl böyleyken bir insanın başka bir insanı tam mânâsıyla anlayabilmesinden söz edilemez. Derdimizi, duygu ya da düşüncemizi anlatmak için seçeceğimiz her kelimenin karşımızdaki insanda, (kelimeye dair tecrübe farkından ötürü) bizde bıraktığı etkiyi bırakmıyor oluşu, bir ihtimal değil; su götürmez bir gerçektir.
      Netice itibarı ile iki kişi aynı hayatı yaşayamayacağından  , herhangi iki insanın birbirini anlayabilmesinin söz konusu olamayacağı düşüncesindeyiz.
Bir sonraki yazının Var Eden'le, Var edilen arasındaki ilişki üzerine olması gerekiyor.

3 yorum:

  1. Biz ne kadar anlatırsak anlatalım karşımızdakinin anlayacağı kadardır anlattıklarımız... Anlatmak bizden, anlamaya tecelli ve tesir Rabbimizden...
    Güneşe bir ayna tutsak, güneşi aynada bütün parlaklığıyla görürüz.Oysa güneş aynaya inmiş değildir.O aynada ki aksi başka bir aynaya tutsak orada da görürüz güneşi.Yön,yöneliş,istikamet güneşi avucumuza iliştirendir... Peygamber Efendimiz gönlünün aynasını tuttu Hz.Ebubekir'e ve mübarek nuraniyetleri akıp gitti. Kendisinden eksilmeden tecelli etti.Peygamber efendimiz Ebucehil'e de tuttu gönlünün aynasından ancak onda yöneliş yoktu... Onu anlayacak istidat mevcut değildi...
    sevgi ve selamlar,

    YanıtlaSil
  2. Ne güzel bir misal ve bir umut: "Söz"den ziyade bir ışık huzmesi şeklinde gönülden gönüle, eskilerin "hâl" dili dedikleri belki mümkün kılan anlaşmayı..
    Yöneliş ve bunun yanında parlak bir gönül aynası muhtaçlığını yaşadığımız.
    Ve ne güzel bir tâbir "güneşin avcumuza ilişmesi"
    İnşaallah anla-ma, anlaşıl-ma konusundaki çabalarımız esnasında zihnimiz; pek örnek olarak kullanılmaz ama ben hep takdir etmişimdir, bir tavuğun durmaksızın arayan gözleri gibi yahut bir karıncanın usanmaz ve belki de zorluğu umursamaz tavrı ile çalışır.
    Hakikat yolunda yaşamak; hakikat yolunda ölmek temennisi ile.
    Kıymet verip vakit ayırıp yorum yazdığınız için çok teşekkür ederim.
    Sevgi ve saygılar...

    YanıtlaSil
  3. teşekkür ederim,estağfurullah...

    YanıtlaSil

diyorsun ki :