"O ferah ve delişmen görünen birçok alınlarda
betondan tanrılara kulluğun zırhı vardır..."
İnsanın başucunda yahut kitaplığında bir İsmet Özel kitabı ile uyuması
zor iş. Adama ezâ çektirir. Yakasından paçasından çekiştirir. Asla rahat
bırakmaz, unutmanıza müsaade etmez. Bir şeyleri hatırlatması için parmağa
bağlanmış ip gibi… Fakat daima sıkıştıran, kangrene sebebiyet verecek kadar
sıkıştıran bir ip. Kâle almazsanız parmağınızı koparmakla tehdit etmekten asla
çekinmez. Ciddiyetle yaklaştınız diyelim. Bu sefer kalbinizi ve beyninizi
sıkıştırmaya başlar. Bu kez öncekinden daha acımasızca…
Tereddütsüz güvendiğiniz biri, “su içtiğim tas bana merhaba dedi, duydum”
derse ne söyleyebilirsiniz? Ben taslara kulağımı verdim. Üstelik bu adam, “keşiş
yalnızlığının tafralarına” yüz vermemiş bir insan. Demem o ki John Maynard
Keynes’ten kendi başına da nefret edebilir. Ama siz, bigâne kalır da nefret etmezseniz
yahut bu işe yeltenir de gayretkeş olmaz iseniz karşınıza geçer ve karın
kasları ağrıyana dek ödeyeceğiniz bedelin ağırlığını bağıra bağıra söyler
yüzünüze karşı. Bunun farz-ı kifâye olduğunu düşünür.
Hayatı boyunca ‘kaval dinlediğine’ şahit olan yahut dilinde, ‘tuz
yaladığına’ dair emareler gören yoktur. Etliye de karışır sütlüye de… Bunu
vazife bilir. Bir kez olsun kulak verip söylediklerini dinlediniz mi artık
rahat yaşayabilmeniz için ya hamâkat ehli ya da kâfir olmanız icap eder. Rahat
ile hayat arasındaki kafiyeyi kullana kullana burun deliklerinizden içeri iki
parmağını sokar ve tıpkı bir hayvanı deviriyormuşçasına serer sizi yere.
Örseler… Tekmeler atar karın boşluğunuza, gerekirse kasıklarınıza bile… Çünkü
“Yaşamak bir sanrı değilse öç alınmak gerektir”