Bugün, ‘insan’dan bahsederken yepyeni bir
şeyler söylemeye imkan var mı bilmiyorum ama daha ilk satırlarda, okuyanın,
okumaktan vazgeçmesi ihtimalini göze almakta sakınca görmüyorum. Sakınca
görmüyorum çünkü insanın bu dünyadaki hâlini kendime konu edinmek
mecburiyetindeyim. Çaresizim. Bu mücadeleyi bitirmeden herhangi bir cepheye
koşamayacağımı anladım.
Diyorum ki biz (insanlar), bir gün (sırtlamaya
gücümüzün kesinlikle yetmeyeceği) koskoca bir kayayı kaldırmak zorunda
kalsaydık ama bu, nefes almak kadar mecburî, en az onun kadar tabii olsaydı.
Kaldırmadığımız takdirde uğrayacağımız zararın, aksi durumda uğrayacağımız
zarardan daha büyük olduğunu da kesin olarak bilseydik tereddüt etmeden biz bu mecburiyeti unuturduk. Unuturduk çünkü biz bu çatışma ile başa
çıkamazdık.
Yeryüzünde, mantık
dairesi içinde(fikrimce ibadetler bu dairenin dışındadır) yaptığımız hemen her
şey, ölümü unutmak içindir. Bu kaya kalkmaz. Öyle tahmin ediyorum ki (inancı ne
olursa olsun) hiç kimse; kâinat denilen bu organizasyonun, bu yapının, hatta
varlığın, var oluş gerekçesi konusunda aklını ikna edebilmiş değildir.
İkna olamayan
akıl, (biz âvâmın tâbiri ile) çömelerek sırtını soğuk bir duvara dayamış ve
karşısındaki kayaya hiç bakmadan, kayıtsızca sigarasının tellendiriyor. Bu
kayıtsızlığın gerekçesi açıktır: O kaya kalkmaz ama kalkacak.
“Ölmeden önce
ölmek”ten bahis açmanın tam yeri olsa da bunu yapmayacağım.
“Sanman ki
taleb-i devlet ü câh etmeye geldik
Biz âleme bir yâr için âh etmeye geldik” \ Yenişehirli Avnî
Biz âleme bir yâr için âh etmeye geldik” \ Yenişehirli Avnî
هسین