Bırakın ince kavak seslerini şehrin içinde
paralar yaşlı kızların koynunda yatarken bırakın köprülerin üstüne yağmur ve basma perdelerden lânet bize. Şaşılacak bir dünyada yaşamaktı; öğrendik şimdi külçeler yüklüyüz şaşılacak bir biçimde külçeler yüklüyüz ve çıkmak istiyoruz yokuşu Sokaklar gittikçe katı bizim adımlarımıza peşimizde bütün bahçeleri boşaltan ter kokusu yankımız soyunup sevap rahatlığı alınan yataklarda yürek elbet acıyor esvap değiştirirken bizden artık akması beklenilen kan da aktı kovulduk ölümün geniş resimlerinden. Efsanelerden kovulduk kan ve demir kelimeleri söyleyince elbiseler içindeyiz, şehrin içinde önümüz iliklenmiş, ayakkaplarımız bağlı kimsenin uykusunun fesleğen koktuğu yok altıkırkbeşte vapur ve sancı geç saatlerde eski savaşçılar vesair geçmiyor bulutlardan çiçek alıp eve götürüyoruz bunun bir delilik olduğunu bile bile en ıssız duyguların ucunda karakollar asmaların altı tuzak ve tuzak caddelerde külçeler yüklüyüz, çıkmak istiyoruz yokuşu gözler kısılıp bakılıyor bize. Biliniyor bizim mahsustan yaşadığımız biliniyor şarkıların sırası bizde biliniyor hayat bizden razıdır biliniyor otların sarardığı yerlerde güneş kurşunun değdiği tende heves kalmıştır. |
İsmet Özel
|
29 Ağustos 2013 Perşembe
Tahrik
23 Ağustos 2013 Cuma
bela
Tanrı’nın insana en mühim vergisi
‘varlık’tır.
Varlığını devam ettirebilme kabiliyeti, ehemmiyet
sıralamasında ikincidir.
Bu kabiliyet, yeme-içme; barınma-bürünme(güvende olma) ve üreme
şeklinde ortaya çıkıyor.
Bütün bunlar birer beceri olduğu
kadar birer ihtiyaçtır da… Yahut şöyle de dile getirilebilir: Bu kabiliyetlerde
bir noksanlık olması, istenilen bir şey değildir.
Bahsi geçen ihtiyaçların doruğa
çıktığı zamanlarda, Yaratan – İnsan ilişkisi en girift hâlini alıyor.
Kalbine korkular üşüşen insan,
yakarış ile öfke arasında bir yere sıkışıp kalıyor. İnanç ile inkâr arasında
bir yere…
Bir tarafta Yaratıcı’nın
kendisine niçin sahip çıkmadığını açıklığa kavuşturamamış olmanın gerilimi,
diğer tarafta O’na artık hiç
seslenemeyecek olmanın verdiği kara kabus bir yokluk korkusu ve yalnızlık…
Bir noktada kıssalar, öğütler
devre dışı kalıyor. Açlık, korku yahut kısırlık ile yüz yüze kalanlar Yaratan’ın
varlığını doğrudan tecrübe etmek istiyorlar.
Bazılarının aklından şu dahi geçmiyor
değil: Biz yeryüzündeki insanlar, hep birlikte çıksak evlerimizden,
ibadethanelerimizden, okullarımızdan, iş yerlerimizden ve ovaları, vadileri, dağları
doldursak hepimiz birden ağlasak, bağırsak…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)